3 Ocak 2013 Perşembe

Bir zamanlar gözüm bir kıza takılmıştı. Hep bakıyor, her gördüğüm yerde bakıyordum. Ama ona baktığımı da farkettirmemeye dikkat ediyordum. Ona bakan birçok erkek de görüyordum.

Sonra bir gün bir arkadaşım geldi ve “Arslan, Hatçe (uydurma isim:) seninle bir şey konuşacakmış” dedi. Eyvah dedim, ona baktığımı fark etmiş. “Ya … gitmesem?” dedim, “valla kantinde seni bekliyor git konuş” dedi arkadaşım.

Ne yapalım, yavaş yavaş gittim artık. Baktım orada oturuyor. Gittim yanına, merhabalaştık. Sonra başladı konuşmaya. Ve sonra mevzu geldi. Dedi ki, “arkadaşım hep bana baktığını fark etmiş. Sonra ben de seninle konuşmaya karar verdim. Belki hani çıkarız … ne dersin?” gibi şeyler söyledi ve ben ona “Seni çok çirkin bulduğum için sana bakıyordum. Aslında baktığım sen de değilsin, benim gözümde olan çirkinlik kavramıydı. Neden çirkin gelirdi bir kişi birinin gözüne? Çirkin kavramı kişide neden ve nasıl oluşurdu? Neydi çirkin olan aslında? Bu sebeple hep sana bakıyordum” diyemedim tabiî. Aklımdan bunlar geçerken de aynı zamanda “sana baktığımı fark edip sana söyleyen arkadaşın da iyi halt etmiş” diye de geçiriyordum içimden. Ve artık konuşma vakti gelmişti, üstelik karşımdakinin hiç beklemediği bir konuşma: “Hmmm … ben … aslında biriyle bir birliktelik istemiyorum şu sıralar. vs. vs. Ama istersen arkadaş olabiliriz” deyince, “hmm ya, öyle mi… tamam o zaman arkadaş olalım.” gibi bir şeyler söyledi. Sonra, başka söyleyeceğin bir şey var mı diye sordum, yok dedi. Tamam öyleyse ben gidiyorum, görüşürüz deyip gittim yanından.

Bir müddet sonra birkaç bayan arkadaşım geldi yanıma. Heyecanlı ve şaşkınlıkla dediler ki; Arslan sen o kıza ne dedin de, sen gittikten sonra hüngür hüngür ağladı?

Şimdi … bu yaşadığım durumdan ne öğrendik? :)

Hiç yorum yok: