29 Şubat 2012 Çarşamba

Bugünü tarihe şöyle geçin:
29 Şubat 2012
Lefke, Kuzey Kıbrısta lapa lapa kar yağdı!
:)
“Gazeteler sadece gerçekleri yazacak olsalardı sigara kâğıdının boyutuna inerlerdi.”
Alphonse Allais
Discovery ve National Geographic kanallarının olmadığı televizyon neye yarar?

27 Şubat 2012 Pazartesi

“Köpeğe verilen bir kemik yardımseverlik değildir. Yardımseverlik, siz de köpek kadar açken onunla paylaşılan kemiktir.”
Jack London

24 Şubat 2012 Cuma

Bazı insanlar hep yanlış anlamaya meyillidir. Çünkü kulağı senin anlattığında değil, aklı fikri anlamak istediğindedir. Ama ne çelişkidir ki anlamak istediği şey de hoşuna gitmez. Hoşuna giden bir şey var mı diye sorsan, onu da yanlış anlar.
“Bilgisiz adam, anlayamadığına tapar.”
Ezechia Marco Lombroso

20 Şubat 2012 Pazartesi

Türk toplumunun mizaha olan ilgisi sizce zekâsından mı ileri geliyor? sorusu üzerine

"Ne zekâsı? Bu milletin yüzde doksan biri 82 anayasası'na evet demiştir. Geriye kalıyor yüzde dokuz. Hadi biraz iyimser olalım, ama yüzde altmışı aptal bir milletiz" demiştir. Bu cevaptan sonra mahkemeye verilmiştir. "Yapmayın, etmeyin. Eğer mahkemeyi ben kazanırsam sizin aptallığınız mahkeme kararı ile tescillenmiş olur" dediyse de alıngan insanlarımıza söz dinletememiş, sonuçta Aziz Nesin mahkemeyi kazanmıştır.

16 Şubat 2012 Perşembe

"Herhangi bir şeyin varolması, onun varolmaya uygun olduğunun yeterli bir doğrulamasıdır."
Martin Eden
"Üzüm üzüme baka baka kararır derlerde bu üzümlerin birbirine bakmak mecburiyetinde olduğunu nedense söylemezler."
Nurullah Güngör

14 Şubat 2012 Salı

“Uygarlık ilerlemiyor diyemezsiniz, her seferinde sizi yeni silahlarla öldürüyorlar.”
Will Rogers

12 Şubat 2012 Pazar

"Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen Çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her Pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki çağlarda bir Engizisyon yargıcıyla bir randevu alınırdı."
Bertrand Russell
Yazdığın kadar okunursun, çaldığın kadar dinlenir; çektiğin kadar izlenirsin, yaptığın kadar görülür ve bildiğin kadar konuşursun. Veya, bildiğin kadar konuşursan iyi edersin.

11 Şubat 2012 Cumartesi

“Birisi sizin için gerçekten çok değerliyse, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin. Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü, bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar.”
Arthur Schopenhauer

10 Şubat 2012 Cuma

Avea "5 liraya telefon aldım" dediği reklamda gösterilen oyuncak telefonun gövdesi iki renkten oluşuyor. Evet, Turkcell'in renkleri ile aynı. :)
“Bir başbakan sahneye çıkıp soytarılık yapsa yarım dakika beceremez, foyası ortaya çıkar.
Ama bir soytarı kimseye hissettirmeden yıllarca başbakan koltuğunda oturabilir...”
Peter Ustinov
"Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı."

- Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)

6 Şubat 2012 Pazartesi

Medyanın görevi toplumu bilinçlendirmek iken, medya çıkar sokağa toplumun cehaletini gösterir.

Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı.
Burger King, reklamlarında Mc Donald's'a saldırmaya başladığında büyümeye başladı. Saldırmayı bıraktı, büyüme durdu.
Son zamanların iki saldırısı;
Pepsi son TV reklamında kutup ayısı ile Coca Cola'ya, Avea da son TV reklamında 4 çeker sarı jip ile Turkcell'e saldırıyor.

Ama bakacak olursak;
Burger King, Mc'ten daha lezzetli ürünler çıkarıyor ve Burger King’in kullandığı koku daha iştah açıcı;
Pepsi, Coca Cola'ya göre daha lezzetli ("Coca-Cola tarafından gerçekleştirilen 200.000 tat testi sonucunda New Coke’un tadı, Pepsi Cola’nınkinden, Pepsi’ninki ise orijinal kolalarından, yani Coca-Cola Classic’ten daha iyi.")
Avea, Turkcell gibi pahalı değil ve müşterisi istemediği halde tarife değişikliği yapmıyor.
“İnsan, inanma istekliliğiyle orantılı olarak değil, şüphe etme hazırlılığıyla orantılı olarak uygarlaştı.”
Henry Louis Mencken
"Eğer erkekler evlendikten sonra da nişanlılık zamanlarındaki gibi davranmaya devam etseydi, muhakkak boşanmalar yarıya inerdi ama iflaslar da iki katına çıkardı!"
Family Happiness Dergisi
"Kadın kocasını daha az sevmeli ama daha çok anlamalı. Erkek karısını daha çok sevmeli ama anlamaya çalışmamalıdır."
Oscar Wilde

4 Şubat 2012 Cumartesi

“İnsanlar her gün lahmacunu kolay kolay kabul etmezler. Gerçekten insanlar güzel şeylere layıktır.
Ancak Türkiye’nin kapitalizmi, bundan sonraki dönemde işçi ve emekçiye yalnızca lahmacun vaat edebiliyor. Amma bunun da tek başına yetmeyeceğini bilmektedir. Bu yüzden lahmacunla birlikte işçi ve emekçiye, bir de ‘öbür dünya’ vaad edecek. Öyleyse, Türkiye, kendi iç dinamiğiyle, daha aşırı bir dinselliğin baskısı altına girecek.”(1979)
Yalçın Küçük
“Evrenin sınırlılığı hakkında çok önemli bir şey olmalı, sınırsız bir evrenden daha özel ne olabilir?”
Stephen Hawking

Ney

Dinle ney’den duy neler söyler sana,
Sızlanır hep ayrılıklardan yana:
Kestiler sazlık içinden, der, beni;
Dinler, ağlar: Hem kadın, hem er beni.
Göğsü, göz göz ayrılık delsin de bir,
Sen o gün benden işit özlem nedir.
Her kim aslından uzak düşsün: Arar;
“Asl” a dönmekçin bir uygun gün arar.
Dost’a kâh yoldaş olup, kâh düşmana,
İnleyip sesler duyurdum her yana.
Dost olur –zannınca- her insan bana,
Sırlarım gel gör ki meçhûldür ona.
Sırlarım olmaz iniltimden uzak,
Her göz etmez fark, işitmez her kulak.
Saklı olmaz birbirinden can ve ten,
Cânı görmekçin izin yok bil ki sen!
Bir ateştir, yel değildir ney sesi;
Kim ateşsizdir: Yok olsun böylesi.
Sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney.
Sevgiden çağlar eğer çağlarsa mey.
Ney o şeydir: Perde yırtıp perdesi,
Dost edinmiş dosta hasret herkesi.
Hem devâdır ney denen şey hem zehir,
Bir bulunmaz arkadaştır: Hem fikir,
Anlatır ney: Aşkı Mecnûn’un nedir,
Kanlı bir yoldan haber vermektedir.
Müşteri ancak kulak: Söz satsa dil,
Ancak âşık akla mahrem, böyle bil!
Derdimizden gün zamansız dolmada,
Her yanış, bir günle yoldaş olmada.
“Geçti gün!” der, etmeyiz yersiz keder;
Var ol, ey sen tertemiz insan yeter!
Kandı her varlık: Balık kanmaz suya,
Rızk eğer eksikse: Gün dolsun mu ya!
Anlamaz olgun adamdan, ham adam;
Söz hem az hem öz gerektir vesselâm

MEVLANA

3 Şubat 2012 Cuma

HAN DUVARLARI

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"


Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"


Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"


Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...

Faruk Nafiz Çamlıbel
“Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk'ün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.” -Pierre Loti

1 Şubat 2012 Çarşamba

"Ölünce kendimi özleyeceğim."
Yazar burada ne demek istemiş olabilir?
Suyu ve elektriği boşa harcayanların kafası çalışana kadar susuz ve elektriksiz kalmasını can-ı gönülden diler, en içten sevgilerimi iletirim.