30 Ocak 2012 Pazartesi

"Sana bütün bunları kim öğretti, Doktor?"
Yanıt anında geldi:
"Acı çekmek."

-Albert Camus, Veba

29 Ocak 2012 Pazar


“Süleymaniye Kürsüsünde” adlı manzumede Akif, şair Tevfik Fikret’e para karşılığı inançlarını sattığı suçlamasını yöneltmiştir. Bu suçlamanın nedeni Fikret'in yedi yıl önce (1905) yazdığı ve kopya edilerek çoğaltılmış olan (içeriği nedeniyle o yıllarda basılması mümkün değildi) “Tarih-i Kadim” adlı şiirindeki tanrının varlığını sorgulayan dizelerdir. Böylece iki ünlü şair arasında “zangoç – molla sırat” polemiği başlamış; Tevfik Fikret iki yıl sonra (Kasım 1914) yazdığı “Tarih-i Kadime Zeyl” adlı şirinde Mehmet Akif’in şiirindeki “zangoç” yakıştırmasına “Molla Sırat” yakıştırması ile cevap vermiştir.
(Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Süleymaniye_Kürsüsünde )


Tarih-i Kadîm

İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.

Ben hiç tiksinmem ondan,
karşıma alırım onu arada bir,
anlat bakalım, derim, şu eskilerden.
Bir parça feylesofa benzer o,
bir parça sırtlana benzer,
berbat suratıyla da bir hortlağa.
Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,
başlar paslı, boğuk bir sesle
bir bir bana anlatmaya,
sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:
Hep yıkım üstüne yıkım,
acı üstüne acı!
Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,
çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,
kanlar yağar dört bir yana.
En başta bir kanlı bayrak.
Kanlı bir taç gelir arkasından.
Sonra araçlar sökün eder kan içinde:
Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,
mancınık, top, tüfek, sapan.
Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.
En son alay alay esirler geçer.
Yenen bir kişiye yenilen on kişi,
çiğneyen haklı, çiğnenen hapı yuttu.
Yıkımlara, acılara alkış tut,
yüksekten bakanlar önünde eğil,
insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,
doğruluk lafta, yürekte değil,
iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.
Bir gerçek var, tek bir gerçek:
Eli kolu bağlayan zincir.
Bir tek şey var sözü geçen: yumruk.
Hak güçlünün, kötünün yani.
Uzun lafın kısası:
Ezmeyen ezilir!
Nerde bir şeref var, iğreti.
Nerde bir mutluluk var, yama.
Bir şeyin ne başına inan ne sonuna.
Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
durmadan her yanda kan!

İşte böyle inler, sayıklar o,
anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü
ne yolda, nasıl sürdüğünü.
Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.
Duyarım sesinin titreyen kuyusunda
yankısını korkunç bir iniltinin,
ben de başlarım birdenbire titremeye,
toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.
Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık
indir bu acıklı sahnenin perdesini!
Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Bizden iyi geceler onlara,
bizden onlara iyi uykular!
Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,
koşuyorsun karanlıklara doğru?
Kanla oynamış gibisin,
kırmış geçirmişsin insanoğlunu.
Sen buna kahramanlık mı dedin?
Onun kökü kan ve hayvanlık be?
Şehirler çiğne, ordular dağıt,
kes, kopar, kır, sürükle,
ez, vur, yak ve yık.
Yalvarmalara yakarmalara boş ver,
gözyaşlarına iniltilere aldırma.
Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,
kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,
mezar taşına dönsün her ocak,
damlar çöksün yetimlerin başına.
Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!
Hey bana bak, başbuğ musun ne?
Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!
Her başarı bir yıkım bir mezarlık,
işte bir yavrucak yatıyor şurda,
ey cihangir, onu gör de utan!
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?
Yerlerin ve göklerin sahibi mi?
Tamam, işte oldu şimdi!
Yeri göğü elinde tutan o kibirli,
o somurtkan ve dokunulmaz.
Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?
Gökyüzü, sen söyle,
yüzyıllarca sel gibi akan su,
- şimdi esrik bir ağzın türküsü,
kuru sesi zindandaki bir adamın,
iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,
bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!",
bir yakarış, bir övgü,
Şimdi tüy gibi bir rüzgar,
Şimdi ağzın bir kasırga.
Dokunaklı bir yakınma şimdi,
sabredemeyen bir başa kakma,
bir titreme, bir çan sesi,
bir savaş davulunun gümbürtüsü,
için için ağlamasi çaresizliğin,
kahrın iyilikbilir kişnemesi,
bir söylev, apaçık, gürül gürül,
Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,
bir rahatlık bir iç sıkıntısı,
Şimdi korkunç bir haykırma -
bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
inleyen boş kubbe, sen söyle!
Sen ki her sesi yankılayansın,
söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
daha yukarlardaki şu tanrı katına
hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
Hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
Dinlerim seni, göklerin tanrısı,
din ulularından dinlerim seni:
"Ne benzeri var, ne noksanı,
canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
Odur veren yiyeceği içeceği,
düşleri gerçek yapan o,
bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..."
Seni böyle övüp duruyorlar işte.
Oysa senin en üstün özelliğin ne,
"Ortaksız" oluşun değil mi?
Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.
Ve topu ortaksız ve tek.
Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,
ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.
Bütün ordan gelir yüreğe doğan.
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
"Ne bileyim?" diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım "yok" la "var" ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında,
çok iyi tanırsın sen o yılanı,
onun kızgın zehrinden bir vakitler bize
bir tadımlık vermiştin hani.
Kuşku! En zalim en güçlü düşman.
Bunu ya bildin ya koydun kafamıza,
ya da bilemedin işin nereye varacağını.
"şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya,
bugün yerinden yurdundan edecek seni o.
Tapınağında ışıklarını söndürüyor,
elleriyle parçalıyor heykelini.
Sense, iler tutar yerin kalmamış,
göçüp gidiyorsun olanca gücünle.
Burçlarında yıkılmalar falan hani?
Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?
O kızgın soluğun hani nerde?
Ne cehennemlerinde bir kaynama var?
Ne büyük acını gören bir göz.
Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.
Oysa bir ufak parçası kopsa insanın,
bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.
Sen Yeryüzü ve Gökyüzü'nle göç gir de,
bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.
Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.
Zaten yalana ağlasa ağlasa,
bir ikiyüzlüler ağlar,
bir de ahmaklar.

TEVFİK FİKRET

* Tarih-i Kadîm: eski çağlar tarihi






Süleymaniye Kürsüsünde

Üdebânız hele gâyetle bayağı mahlûkat…
Halkı irşâd edecek öyle mi bunlar? Heyhât!
Kimi Garb´ın yalınız fuhşuna hasbî simsar;
Kimi, Îran malı der; köhne alır, hurda satar!
Eski dîvanlarınız dopdolu oğlanla şarab;
Biradan, fâhişeden başka nedir şi?r-i şebab?
Serserî: Hiç birinin mesleği yok meşrebi yok;
Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok!
Şimdi Allah´a söver… Sonra biraz bol para ver.
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!

Mehmet AKİF



(Tek şiirdir. 1002 mısradır. Uzunca bir vaaz şeklindedir. İlimde, sosyal hayatta olayları iyi takip eden ulemadan bir şahsın Müslüman cemaate söylediği nutuklardır. Burada olayları ve gelişmeleri İslam'a. göre yorumlamaktadır. Bu vaiz, İslam'ı, Batı'yı ve hayatı gerçek anlamda kavramış bir kişidir. Osmanlı toplumunun 1911-192 yıllarında yaşadığı felaketler Mehmet Akif'e bu vaazdaki düşünceleri ilham eder. Mehmet Akif bu eserde kurtuluş yollarını anlatır ve arzuladığı milletin nasıl olacağını dile getirir. Şiirde yer yer realist özelliklerin hakim olduğu tasvirler, tablo şiir unsurları göze çarpmaktadır.
Kaynak: http://www.edebiyol.com/mehmet_akif_ersoy.html
Şiirin tamamı: http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=5525&BID=63 )









TARİH-İ KADÎM’E ZEYL (Kadim Tarihe Ek)

Molla Sırat'a (Mehmet Akif Ersoy)

Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim
Zangoçluk edermişim protestanlara gider,
Size edebi saygılarımı sunarım efendim
Yani yıldizlı bir kurşunun üstadına
Bilgin şairine yani islam dininin
Molla Sırat hazretlerine yani
Lütfen bize ne güzel
Zangoçluğu yakıştırıvermişler
Ama aldanmış olmayasın sakın üstadım
Müslüman oğluyum ne de olsa
Sen o güzel dini anlatma bana
O dinden senin kadar ben de anlarim
Ben de okudum o Tanrı kitabını
Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim
Ben de dolaştım sizin gibi cami cami
Tanrı onünde ben de oldum iki kat
Açılırdı hayalimde cennet yolu
Dolardı yüreğime cehennem korkusu
Ulu Tuba'ya ben de tırmandım
Ben de çıktım melekler katına
Ezanı duydum mu bayılırdım
Nasıl koşardım o "Tanrı" sesine!
Ben de tesbih çektim, dua ettim
Ben de namaz kıldım oruç tuttum,
Hepsini hepsini yaptım halt ettim!
Çünkü ne dendiyse inanmıştım
Kanmıştım senin kandıklarına
Bağlanmıştım korü korüne
Canımi adamıştım dinime canımı.
Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de.
Ama onlar bugün cok uzaklarda
Anladım ben asıl gerçek nerde
Anladım Hanya'yı konyayı
Bizi hakka götüren yol baska
Senin şu saydikların var ya hani
Şu şaşılacak şeyler hani doğaüstü
Onlar hep masal hep kafadan atma
Bugün hiç durmadan arıyor insan
Gitgide goruyor isin icyuzunu de
Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği
Isa ile Musa, aldatılan ve aldatan
O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan
Işte insanoğlu bir yerde böyle sapık
Beşerin böyle delaletleri var
putunu kendi yapar kendi tapar
Git ara kiliseyi, dolaş Kabeyi
Çan sesini duy, tekbiri dinle
Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani
Ortada bir tek şey göreme
Seytanı da düzme, Allah'ı gibi
Buda'sı düzme, Ehrimen'i düzme, Yezdan'ı düzmece
Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu
Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler...
Sonra baktım bir karanlık uçurum
Haydi dön geri, dön geri, dön, oğlum!
Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.
Şimdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda
Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.
Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım
Yaradılışın kuluyum ben artık
Ben yaradılışın kulu
Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler
Işte onlara orda vicdanım secde eder
Işte benim bundan böyle tapınmam bu
Işte bundan böyle benim vaktim böyle geçer
Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim
Ayırt edemem kendimi bir kayadan
Tapınmakta biraz biraz minnacık bir kuşla
Bir ishak kuşu da, la ililahe illallah der
Ben de lailahe illallah derim
Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk
Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma
Ve sonra bir saire zangoç dememek
İşte buyuran bunlar benim vicdanıma
Benim ayinim düşünüp yapmaktır
Benim dinim insan gibi yaşamaktır
İnanmışım: Taparım ben varlığa
Her kanat bana bir melek sesi getirir
Ne işim var peygamberle benim
Beni Hakka bir örümcek götürür
Kitabım işte yeryuzu kitabı
Bendedir iyilik, kötülük tohumu
Varırım hep böyle ta mezara dek
Yeniden dirilmek bizim nemize gerek
Taşır insanların hem aşkını, hem acısını
Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek
İnsan gibi yaşamaktır bugün gerçek din
İnsan gibi yaşamak

TEVFİK FİKRET



“Tevfik Fikret'in Tarih-i Kadim'i yok mu, işte o, dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır.” – Mustafa Kemal Atatürk

28 Ocak 2012 Cumartesi

"Dünyayı süslediler, bir şey kalmadan.
Bu süslere inanma, akıl olmadan.
Giden de çok dünyadan, gelen de ama;
Sen payını al ondan, seni almadan!"

Ömer Hayyam

26 Ocak 2012 Perşembe

Almanya'da hastanede 6 yaşında hayatını kaybeden TC uyruklu kız için bilirkişi raporunda "kader" diye açıklama yapılmış. Bilirkişi değil de cahilkişi raporu desek daha uygun olur.
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

Ömer Hayyam

25 Ocak 2012 Çarşamba

Allah bir yerden alırken bir yerden veriyor. Bazılarına ise hiç vermiyor. Niye? Malzeme mi az?
"Aklın, Sokrates'ten bu yana, yobazlık ve hurafeye karşı açtığı savaş henüz kazanılmış değildir."
Isaac Asimov

21 Ocak 2012 Cumartesi

‎"Kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. İnsan hayatı, bir tür hata olmalı."
Arthur Schopenhauer

20 Ocak 2012 Cuma

‎"Bugünün Türkiyesi'ne bakarak, Orta Çağı çok daha iyi anlayabiliyorum; çünkü şu anda, büyük bir put imalathanesinde yaşadığımı düşünüyorum, ülkemizde sesi olmayandan şarkıcı, yüzü olmayandan oyuncu, pelteklerden spiker yapılmasını, en cahillerin en büyük profesör sayılmasını görüyor ve şaşıyorum."
Yalçın Küçük

19 Ocak 2012 Perşembe

Bir toplum en çok topçuları izliyor, popçuları dinliyor ve ölenleri seviyorsa; o toplumdan en çok topçu, popçu ve ölülere sevgi çıkar.
Bazen burunlara bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum... İlginç ve komik görünmeye başlıyorlar. Sonra eğlenceli bir ortam oluyor.
Banka: Merhaba. Arslan beyle görüşebilir miyim?
Arslan: Benim.
Banka: Arslan bey yeni kredi kampanyalarımız hakkında size bilgi vermek için aramıştım. Müsait misiniz acaba?
Arslan: Kullanmıyorum teşekkürler.
Banka: Peki daha önce kullanmış mıydınız?
Arslan: Kullanmadım. Kullanmayı da düşünmüyorum.
Banka: Ama bizim siz değerli müşterilerimiz için çok güzel kampanyalarımız var Arslan bey.
(3 dakika boyunca) Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı sıfır kilometre araba bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı hayalinizdeki ev bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı borçlarınızı nakit ödeme bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı ......................
Arslan: Bitti mi?
Banka: Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı. Eğer kararınızı değiştirirseniz ... tarihine kadar bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı ......................
Arslan: Teşekkür ederim. İyi günler.
Banka: Bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı ................... Bizi dinlediğiniz için asıl biz teşekkür ederiz efendim. İyi günler dileriz.

16 Ocak 2012 Pazartesi

"Gençliğimizdeki neşelilik ve karamsarlığa kapılmama hali, kısmen hayat tepesine tırmanıyor ve tepenin öteki tarafındaki ölümü görmüyor olduğumuz gerçeğine dayanır."
Arthur Schopenhauer

15 Ocak 2012 Pazar

Neymiş? Hepimiz kardeşiz. Niye? Ben seninle kardeş olmaya mecbur muyum? Belki hoşuma gitmiyorsun. Git başkasıyla kardeş ol, denir meselâ.
İnsan en güzel kareleri hep elinde fotoğraf makinesi yokken görür!
Rauf DENKTAŞ ... Ruhu şad olsun.
Ben öğrenciyken makarnadan hiç bıkmadım çünkü her defasında çok güzel yapardım. :)
Tepede yıldızlar, bulutların arkasında turuncu ay, arada kayan yıldızlar, yaklaşık dokuz yerde çakan şimşekler... Manzara süper.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Avutun kendinizi bilmediğiniz şeyler için uydurun hikâyelerinizi. Çünkü en iyi böyle rahat edebiliyorsunuz gerçek olabileceğini düşündüğünüz şeylerden korkup kaçarak. Oysa biliyorsunuz korkunun ecele faydası yok.
Dün çocuktular, bugün rakı masasındalar demek yerine; dün çocuktular, bugün kitap yazıyorlar demek çok daha güzel olurdu.
"İki ayaklı hayvanların sıradan sohbetleri kadar kısır ve sıkıcı bir sohbeti sürdürmektense hiç konuşmamak daha iyi." Arthur Schopenhauer
"Hayat bizi resmen dört işlemle sınar; Gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der."
Lev Tolstoy

6 Ocak 2012 Cuma

‎"Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur."
Jack London

4 Ocak 2012 Çarşamba

"Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden."

Ömer Hayyam

3 Ocak 2012 Salı

“Kendi başlarına yaşayan ya da az sayıda dostuyla görüşen birçok kişi mutlu ve sağlıklıdır. Tıbbi açıdan risk oluşturan şey, insanlardan kopuk olduğunu ya da kimsesi olmadığını hissetmektir. Yalnız başına TV izlemenin ve kulüp faaliyetleri ya da eş-dost ziyareti gibi sosyal alışkanlıkların yitirildiği modern kent toplumlarında artmakta olan tecrit olgusunun ışığında, bu bulgu bir tehlike işaretidir ve Anonim Alkolikler gibi kendi kendine yardımı amaçlayan grupların alternatif topluluklar olarak değerini gösterir.”

“Eş, aile ya da arkadaşlarından kuvvetli bir duygusal destek aldığını hisseden hastalardan yüzde 54’ü, transplantasyondan iki yıl sonra yaşamaya devam ederken, bu tür bir desteğe çok az sahip olduklarını bildirenlerden sadece yüzde 20’si hayatta kalmıştır. Benzeri şekilde, kalp krizi geçirmiş yaşlı insanlar arasında hayatlarında duygusal destek alabilecekleri iki ya da daha fazla kişi bulanların, bu tür bir destekten yoksun olanlara oranla krizden sonra bir yıldan fazla yaşama olasılıkları iki kattan yüksektir.”

Daniel Goleman