12 Ocak 2019 Cumartesi


2009'dan beri bekliyorum naylon poşetlerin ücretli olmasını. Son 3-4 yıl naylon poşetler ücretli olacak diye ara ara haberler yapıldı ve bu sene 25 kuruşa satılmaya başlandı. Ama insanlar bir sürü tepki veriyor. Çünkü doğaya verilen zarar yerine sadece kendi cebinden çıkanı düşünüyorlar. 25 kuruş fazla geldi galiba. Bence 1 lira olmalı. Doğaya verdiği zarar karşısında az bile. Ama belki bu konuda da inançları, doğaya zarar vermelerini söylüyordur, kim bilir? (Tıpkı hayvansal gıda tüketiminin doğaya verdiği zarar gibi.) Öyle yanlış yerden savunmalar görüyorum ki... Kasiyerlere ne laflar ediyorlar, kasiyerler de müşteri diye pek bir şey diyemiyorlar. Demin kasada bir adam şöyle diyordu: "Ben poşete para vermem!" Aniden tepki olarak yüksek sesle şöyle dedim: "Almayın o zaman!" Bez çantamı kaldırarak: "Bakın, ben 10 yıldır bez çanta kullanıyorum."" Adam: "Haa benim de evde var onlardan..." Ben: "Kullanın o zaman? (Aslında "Onlar evde ne yapıyor?" demek vardı.) Evet alışkanlık yapmak zor olabilir ama bu naylon poşetlerin doğaya verdiği zararın haddi hesabı yok!" Adamdan gülümseyerek çok yanlış yerden bir savunma geldi: "E ücretli olunca zararlı olmuyor mu?" Ben: "Oluyor tabi. Neden olmasın? Ama kimse kimseyi zorlamıyor naylon poşet alın diye. Ne kadar az tüketirsek o kadar iyi. Şimdiden naylon poşet tüketimi %70 azaldı." Kasiyerler ve arkamdaki kadın da beni desteklemeye başladı, adam da başladı kıvırmaya. Bazen çiftler görüyorum, adam aynı şekilde homurdanıyor, bir yığın şeyden bahsediyor naylon poşetin ücretli olması konusunda da, doğaya verdiği zarara hiç değinmiyor. Hani eşinin yanında bozmayayım diyorum ama sanırım herkesi hafif hafif dürtmemiz gerekiyor. Bu şekilde biriyle karşılaşırsanız aslında tek bir soru yeterli olabilir: "Peki bunların doğaya verdiği zarar konusunda ne düşünüyorsunuz?" Sonra (karşınızdaki her duraksadığında "başka?" deyip) yaslanın geriye, dinleyin.  Son 3-4 yıldır da hayvansal gıda tüketiminin bırakılmasını, vegan olunması gerektiğini savunuyorum. Bez çanta kullanımını savunduğum zamankinden daha yüksek dozda dalgalar geçildi. Ama maksadımız 25 kuruştan kaçmak değil, doğaya verdiğimiz zarardan kaçmak olmalı. Farklı sebeplerden dolayı hayvansal gıda tüketimini bırakan, azaltan arkadaşlar da arada bana yazdıkça mutlu oluyorum. Çoğunluk halâ dalga geçiyor, gereksiz buluyor, garip karşılıyor. Ancak hayvansal gıda tüketimi, naylon poşet tüketiminden daha fazla doğaya, hayvanlara ve de bize zarar veriyor. Tüketim hızı bu şekilde giderse, petrol şirketlerinin doğaya verdiği zarardan daha fazla zararı olacak. Birkaç yıl sonra doğayı daha fazla tahrip edip hayvansal gıda tüketimini azaltmak veya bırakmak yerine şimdiden anlamaya çalışsanız ne kadar güzel olur. Doğaya verdiğimiz zarar, kendimize verdiğimiz zarardır. Dünya değişir durur, giden bizleriz. Şimdi dilerseniz sözde en akıllı yaratılmış olduğuna inanan canlıların neden fotoğrafta hayvana yaşattığı bu duruma sebep olduğu hakkındaki düşüncelerinizi yazabilirsiniz.
2009'da naylon poşetlerin zararları hakkında biraz araştırma yapıp aşağıdaki yazıyı yazdım ve bir çok yerde paylaşmıştım. Eminim ki geçen on yılda daha fazla zararını görüyoruz.
İlgili yazının bir kısmı aşağıdadır:
"Naylon poşetler çözülürken zehirli kimyasallar yayar ve bunlar toprağımıza, suyumuza karışarak besinlerimizin ve suyumuzun ciddi anlamda sağlıksız olmasına sebep olur. Yakıldığı zaman ise nefes aldığımız havayı kirletir.
Tahminlere göre plastik poşetlerin sadece %1’i geri dönüştürülüyor, geri kalan %99’u ise yüzlerce yıl doğada kalıyor.
İlk kez çöp torbaları olarak plastik poşetler 1950’lerde ortaya çıktı.
1975'teki bir araştırmaya göre, okyanuslarda dolaşan gemiler yılda yaklaşık 3.700.000 kg. plastik torbayı denizlere boşalttılar.
Dünya yüzeyi henüz bir plastik çöplüğüne dönmemişse, bunun nedeni denizlerin dibinin çöplük olarak kullanılmasıdır.
Tüm dünyada yılda 750 milyar ile 1 trilyon adet arasında plastik poşet üretildiği tahmin ediliyor.
Yani dakikada 1 milyon poşet üretiliyor.
&
Ülkeler, plastik poşetlere nasıl tepki gösteriyor?
ABD: San Francisco’da 27 Mart 2007’de plastik poşet kullanımı yasaklandı. Los Angeles’ta 1 Temmuz 2010’da plastik poşet kullanımı yasaklanıyor. Boston ve Oakland yasaklama yolunda.
ALMANYA: Çok az yerde ücretsiz satılması dışında plastik poşetler 6 sent ile 20 sent arası değişiyor.
BANGLADEŞ: 1988 ve 1998 yıllarında naylon poşetler kanalizasyonu tamamen tıkadı ve ülkenin üçte ikisini su altında bırakan yıkıcı seller meydana geldi. Bu felaketten sonra başkent Dhaka’da polietilen poşet kullanımı yasaklandı ve ekonominin unutulan bir kısmı yeniden canlandı.
BULGARİSTAN: Bazı marketlerde büyük naylon poşetler ortalama 15 kuruşa satılıyor.
ÇİN: Caddelerde uçuşan naylon poşetlere "beyaz kirlili" adı verildi. Naylon poşetler ücretli yapıldı ve her yıl 37 milyon fıçı petrol tasarrufu gerçekleştiriliyor.
FRANSA: Paris’te plastik poşet kullanımı yasaklandı. Yasak 2010 yılından itibaren tüm ülke genelinde uygulanacak.
GÜNEY AFRİKA: İnce plastik poşetleri kullanmak 2003 yılında yasaklandı. Daha rahat dönüştürülebilenlerin kullanımı serbest. Naylon poşetlere hakaret anlamında "Ulusal çiçek" adı takıldı çünkü ülkenin her yerinde bulunuyor.
HİNDİSTAN: 9 Ocak 2008'de plastik poşetler yasaklandı. Yasağa uymayanlar 5 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanacak yada ağır para cezasına çarptırılacak.
İNGİLTERE: Londra’da 2007 yılında naylon poşetler ücretli yapıldı. Bez çanta kullanımı artırılarak naylon poşet talebinin %70 düşmesi sağlandı.
İRLANDA: 2002’den beri her plastik poşete 20 sent vergi uygulanıyor. Plastik poşet kullanımında %90 azalma kaydedildi.
İSVEÇ: Standart naylon poşet ücretleri 1-1,5 sek (0,1-0,15 euro).
JAPONYA: Plastik poşet kullanımı yasak ve bu sayede yılda yaklaşık 20.000 varil petrol kazanıyor.
KANADA: Plastik poşetler ücret karşılığı satılıyor.
KENYA: 2008’den itibaren plastik poşetler yasak.
RUANDA: 2005’ten beri her tür plastik poşetin kullanımı yasak.
TAYVAN: Plastik poşetin yanı sıra tek kullanımlık plastik çatal, bıçak ve kaplara da yasak uygulanıyor.
TÜRKİYE: İstanbul Kadıköy’de 1 Mart 2010’dan itibaren naylon poşet kullanma yasağı başlıyor. Bazı yerel yönetimlerin uyguladığı yasaklar da mevcut. Türk gıda kodeksi gıda malzemelerinin naylon poşetlerde satılmasını yasaklamıştır.
UGANDA: İnce plastik poşetler yasak, kalınlara ise vergi getirildi.
Batı Hindistan, Botsvana, İsrail, Makedonya, Tanzanya ve Singapur naylon poşet kullanımını yasakladı.
&
Naylon poşet üretimi, petrol ve doğal gaz gibi yenilenemeyen enerjinin git gide azalmasına yol açar.
Denizleri, gölleri, nehirleri kirletirler,
Ağaçlara takılarak görüntü kirliliğine neden olurlar,
Kanalizasyonları tıkayarak sellere sebep olurlar,
Hayvanların boğazlarını tıkayıp boğularak ölmelerine neden olurlar.
Bir naylon poşet üretmek için gerekli olan enerji, bir arabaya 115 metre boyunca güç sağlayabilir. Daha da fazlası, naylon poşet çöplerinin temizlenmesi pahalıya mal olur. Bu da daha çok vergi ödemeniz anlamına gelir.
Naylon poşetler petrol türevi olan polietilenden üretilir.
Ücretsiz ve kullanışlı olduğu için çok tüketilir ve çöplerle beraber doğaya atılır.
Ortalama 15 dakika kullandığımız bir naylon poşetin doğada tümüyle yok olması için bin yıl gerekir.
Naylon poşetlerin sadece %1’i geri dönüştürülür, %99’u doğada kalır.
Bu sözde "ücretsiz" naylon poşetlerin aslında ücretsiz olmadığını, çünkü maliyetlerinin satın aldığımız ürünlere eklendiğini unutmayın.
Dünya Doğa Vakfı'na göre naylon poşetlerden ötürü her yıl 100,000'in üzerinde balina, fok, su kaplumbağası ve kuş ölüyor. Karada ise inekler, keçiler ve öteki hayvanlar yem ararken genellikle plastik parçalar yiyorlar. Bu nedenle sindirim sistemlerinde bozulmalar olur, hastalanır ve hatta ölürler.
Yılda 200 farklı deniz canlısı, plastik torbalar nedeni ile hayatını kaybeder.
Kuşlar boğulur.
Besin sanarak yuttukları plastiği hazmedemeyen kaplumbağalar ölür.
Naylon poşetler şeffaf oldukları için, tıpkı bir sera gibi ısıyı emerek orman yangınlarına neden olur.
Naylon poşetler dokundukları gıdaların vitaminlerini yok ederler.
Çöplerin % 90’ı naylon ve plastik atıklardan oluşur.
Işık, plastik poşetlerde kimyasal çözümlemelere neden olur.
Zaman içinde daha küçük ancak daha zehirli petro-polimerlere bölünürler.
Ve bunlar, topraklarımızı ve sularımızı zehirler."

5 Ağustos 2018 Pazar

"Bu millet otobüste ayakta gitmeye bayılıyor!" dedi şoför arkadaş. Otobüs boş olduğu zamanlarda genellikle en öne şoföre en yakın yere oturmayı tercih ederim. Gün boyu trafikte çekmedikleri sıkıntı kalmıyor ve gün boyu da tek başlarına çalışıyorlar. Dolayısıyla da biraz doluyorlar. Onların neler çektiğini anlamak için en güzeli en öne oturmak ve genellikle de bana anlatıyorlar. Anlatmasını desteklemek için "evet, öyle maalesef" dedim. "2,5 yıldır şu Darıcalılara bunu bir öğretemedik. Otobüs sabahtan akşama kadar boş boş dolaşıyor." Burada demek istediği, bu yeni otobüslerin nerelerden geçtiğini halâ çoğu kişi bilmiyor, oysa üzerinde kocaman yazıyor. Halâ eski ve daha ufak daha az konforlu olan 501 ve 502 hatlı otobüsler tercih ediliyor, dolu olmalarına rağmen. Gerçekten de öyle. Birebir gözümle de çok gördüm. Herkes bu otobüslere doluşurken, ben arkadan gelen boş, daha temiz ve daha konforlu otobüse binmeyi tercih ediyorum genellikle. Başka bir şoför arkadaş ise şöyle demişti: "Elin Suriyelisi geldi, hangi otobüsler nereden gider hepsini öğrendi, bizim Türkler halâ öğrenemedi! Halâ her defasında aynı soruyu tekrar tekrar soruyorlar." Şoförlerin bunlara canlarının sıkılması bir yana, yolların köşelerine ve hatta köşelere az yakın olan yerlere araçların park edilmesi dahi bu büyük otobüslerin dönebilmeleri için ciddi bir problem. Ona canı sıkıldı, ona söylenirken bir yolcu geldi sordu ben şurada ineceğim oradan geçer mi diye. Anlattı şoför, oradan geçmiyoruz diye. Bu arada soru soran adam da sarhoş, her halinden belli. Bu da onlar için ayrı bir problem. Geçenlerde yine başka şoförü dinledim. Bir sarhoşu almış duraktan. Adam binmiş otobüse ama bir daha inmemiş. İndirememiş otobüsten. İnmek istememiş. Sarhoş, ne yapabilirsin? Tutturmuş adam inmeyeceğim diye. Zor bela bir de onunla uğraşmış gece gece. Neyse, bu yoldaki sarhoşa anlatıp kapıyı kapattı, aynı zamanda köşeye park eden araca da canı sıkkın, tam gaza basıyor, önüne bir yaya atladı. Hani yaya az uzak mesafede de değil. Otobüsün dibinden karşıya geçmeye çalışıyor. "Otobüsün dibinden..." Az kalsın çarpıyordu adama. Durdu, geç hadi geç dedi. Adam geçerken galiba "görmedin mi beni" gibi bir şey söyledi. Şoförün cevabı çok güzeldi: "Sen koskoca otobüsü görmedin mi?!" Orada tutamadım kendimi güldüm. Otobüs şoförlerinin yaşadığı bir diğer sorun ki bunu çoğu araç sürücüleri anlamaz, duraklara park etmiş araçlar... Evet, bu araçlar yüzünden otobüsler yolun ortasında durup yolcu indirip bindirmek zorunda kalıyor. Durak müsait olsa da sağa yanaşmayan otobüsler yok mu, var tabi. Ancak o da başka bir problem, bizim kültürde ne yazıkki yol verme nezaketi pek yok. Sağa yanaştı, yolcu indi bindi, ana yola girecek tekrar? Mümkün değil. İnsanların %90'ı yol vermiyor. Biraz nezaket sahibi olsak, başkalarının halini biraz daha anlamaya çalışsak, daha güzel olacak. Dönerken yaşanan problem, önüne yaya atlaması, trafik sıkışıklığı, yolda insanlara "oradan geçmiyoruz buradan geçiyoruz" diye anlatması, inmek için çok yavaş hareket eden-inmeye hiç hazırlanmayan yolcular vs bunların her biri şoförler için vakit kaybı ve şoförlerin uyması gereken bir süresi var. 10 dakikalık otobüs yolculuğumda adam neler çekti. Bir de onların halini gün boyu düşünelim?

Mümkünse duraklara, duraklara yakın yerlere ve köşelere araç park etmeyelim. Köşelere ise zaten patk etmememiz gerekiyor, kaldırım köşelerinde veya bitişlerinde tekerlekli sandalyeliler için inme yeri oluyor. Yoksa zaten o da başka bir problem. O kaldırımlardaki ufacık çıkıntılar dahi onlar için büyük problem. Kaldı ki uzunca bir kaldırımdan gelip de kaldırım sonundaki inebileceği yere bir aracın park etmiş olması, ... bu durum tam gözümün önünde oldu. Tekerlekli sandalye ile ulaşımını sağlayan kişi de dolayısıyla demediğini bırakmadı. Neden? Çünkü gidip apayrı bir yerden, çok daha uzak yerden inmek zorunda kaldı. Oraya da bir aracın park ettiğini düşünsenize? Nereden yoluna devam edebilecek bu kişi? Ve kendinizi onun yerine koyun? Bu insanlar hakkında ne düşünürsünüz? Kaldırımdan inemiyor, yolunuza devam edemiyorsunuz! Yol bu! Park yeri değil!

Bu kaldırım meselesi, kaldırımlara araçların park edilmesi de apayrı bir problem. Park edecek yer yok derken kaldırımdan yürünmesine engel olunan çocukların, yaşlıların yoldan yürümeye sebep vermesine ve bu da arkadan gelen araçların onlara çarpmasına sebebiyet verir. Gelişmemize daha çok var. Yeter ki başka insanların halini de anlamaya çalışalım, sadece kendimizi düşünmeyelim.

26 Nisan 2018 Perşembe

FOTOĞRAF TERAPİSİ NEDİR? KANSER SÜRECİNDE NASIL YARDIMCI OLABİLİR?


Bu sürece adını veren birkaç isim vardır: fototerapi veya terapötik fotoğraf olarak karşımıza çıkabilir. Herhangi bir psikoterapi yöntemi veya bir kuram olarak kendini adlandırmayan bu sanat terapisi yönteminin tek iddiası, danışan ve terapist arasında iyi bir iletişim aracı olduğuna yöneliktir.
Günümüz insanından beklenilen en önemli yetenek: hem kendini iyi tanıması hem de karşısındaki insanları tanıyıp, anlamasıdır.
Bu beklentiye karşılık verebilmek için kişinin kendisini iyi bir şekilde yetiştirmiş olması gerekmektedir. Bu gelişim sürecinde hem gençler hem yetişkinler için en önemli unsur bilgi edinme kavramıdır. Yapılan araştırmalar ile bilgi edinmenin en öne çıkan öğesi ise görsel okuryazarlıktır. John Berger, “Görme konuşmadan önce gelir, çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir” demiştir. Görsel okuryazarlık bireyin çevresinde karşılaştığı doğal ya da insan yapımı öğeleri ayırt edebilmesi ve yorumlaması olarak tanımlanmıştır. Farkında olarak veya olmayarak, çocukluğumuzdan bu yana her şeyi görmekteyiz ve bu yol ile görsel olarak belleğimize atarız. Bu noktada hafızamız bu görselleri belli duygular ile biz farkında olmadan bağdaştırır. Yaşadığımız süreçler ise, birer görsel imge olarak hafızamızın derinliklerinde yer alır.
Kişinin kendini tanıması veya farkında olmadığı problemlerinin ortaya çıkarılması için, fotoğraf sanatının kullanımı oldukça başarılı olmaktadır.
Genel anlamda insanlara gösterdiğimiz fotoğraflarımızda hep güldüğümüz, keyifli ve mutlu olduğumuz anlarımızı paylaşma eğilimindeyizdir. Roland Barthes, “Camera Lucida” adlı kitabında Punctium kavramından bahseder; “fotoğrafta ilk dikkat çeken, kişiyi delen geçen andır” demiştir. Bu anlar da tamamen kişinin öznel anlarından oluşmaktadır. Çalıştığımız bu yöntem, görsel ile kişinin hafızasına yolculuk etmemizi ve oradaki andan yola çıkarak öyküyü ele almamızı sağlar. Fotoğraf ile gerçekleşen terapi yönteminde ise bu kişisel süreç yani Punctium bizim çıkış noktamız olmaktadır.
Fotoğraf ile gerçekleşen terapi süreçleri tüm yaş grupları ve hastalıklar ile çalışabilmektedir.
Bireysel veya grup terapisi şeklinde ilerleyen bu çalışmada, danışanın (örneğin kanser hastasının) ortama getirdiği fotoğraf seçimleri tamamen kendisine aittir. Fotoğrafın içeriği beş farklı anlamda olabilir ve hepsinin farklı anlamlar içerdiği gözlemlenmiştir.
1. Danışanın özçekimi (selfie)
2. Danışanın çektiği fotoğraf
3. Danışanın başkaları tarafından çekilmiş kendi fotoğrafı
4. Danışanın aile albümünden, düğün, aile buluşmaları ve biyometrik fotoğraf vb.
5. Başkaları tarafından çekilmiş, danışan tarafından beğenilen ve bir anlam taşıyan
Ortama getirilen fotoğraflar, terapi sürecinin ilk adımını oluşturur. Danışma süreci ortama getirilen fotoğraflardan bir tanesinin hafızada ve zihinde canlandırdığı bir anı, duygu, düşünce ve bilgilerin ortaya konulması ile devam eder. Bu süreçte, danışan tarafından seçilen ve üzerinde konuşulan fotoğrafın danışanın hafızasında bir ayna görevi görerek belli başlı anları ve hikayeleri ortaya çıkarması sağlanmaktadır. Daha sonrasında bellekteki bilgilerin ve görsellerin yeniden öykülendirilmesi ve anlatılması ile devam eden süreç, hayallerin de öykülendirilmesi ile detaylandırılır. Bu yöntem ile danışanlar fotoğraflarına verdikleri tepkiler ile kendileri hakkında birçok yeni şey öğreniler ve bu yolla kendilerini keşfederler. Bu süreçte danışmanın rolü ise, fotoğraflar üzerinden konuşurken belli sorular ile kişiye yol göstermek ve bu konuda desteklemektir.

Fotoğraf sanatı için en önemli nokta kompozisyon oluşturmaktır
Kanser hastaları ile gerçekleştirdiğimiz süreçte, oluşturulan gruba temel fotoğraf eğitimi verilmektedir. Fotoğraf makinesinin kullanımı, ışık ve kompozisyon bilgileri aktarılır. Oluşturulan grubun fotoğraf makinesi olma zorunluluğu yoktur. Fotoğraf sanatı için en önemli noktanın kompozisyon oluşturmak olduğu bilinmektedir. Bu sebeple, grup üyelerinin fotoğrafları telefon ile çekmesinde herhangi bir sakınca bulunamamaktadır. Günümüzde telefonun kişilerin ayrılmaz bir parçası olması sebebi ile bu durum avantaja dönüşebilmektedir. Fotoğraf eğitimi sonrası, çekilen fotoğrafların doğrusu ve yanlışı olmadığı vurgulanarak günlük yaşamlarının fotoğraflanması istenmektedir. Süreç çekilen ve ortama getirilen fotoğrafların grup ile beraber yorumlanması şeklinde devam eder. Bu süreçte, kişinin sosyal becerilerini artırmak, yaşadığı süreci yorumlamak ve motivasyonunu fotoğraf sanatı ile güçlendirmek amaçlanmaktadır.
Çekilen fotoğrafların okunması yukarıda bahsedilen detaylar ile gerçekleşmekte ve kişinin kendini keşfi ile kişisel motivasyonu sanat ile desteklenmektedir. Bu süreç içerisinde kişi gördüğü kareleri veya kendi öz çekimini gerçekleştirip kendine ve insanlara anlatmak istediklerini fotoğraf sanatı ile dışa vurmaktadır. İnsanlar binlerce kelime kurarak anlatamayacağı dertlerini veya mutluluklarını bir fotoğraf karesi ile yansıtabilmektedir. Bu sebeple, Kanser tedavisi gören kişiler gerek yaşadıkları kemoterapinin yorucu sürecini gerek hayattan keyif aldıkları anları veya yaşamında olan değişiklikleri ve değerleri fotoğraflayarak kendilerini fotoğraf sanatı ile rahat bir şekilde ifade edebilir. Olumlu fotoğrafların destekleyici gücü oluşurken, diğer fotoğraflarda ise ortamda ki paylaşım ile beraber destekleyici bir güç olarak o fotoğrafın yeniden sunumu yapılmaktadır. Gerçekleşen bu çalışma grup kişi sayısına göre, herkesin bir defa ortamda fotoğraf paylaşmasından sonra son haftada bir çekilen fotoğrafların hikayeleştirilmesi ile son bulmaktadır. Son haftada gerçekleştirilen hikaye sürecinde kişinin yaşanmışlıkları, fotoğraf çekerken ve konuşurken hissettikleri ve oluşan süreç değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bununla beraber bu sürecin herhangi bir zaman sınırlaması yoktur. Kişilere fotoğraf sanatı öğretilerek yeni bir ilgi alanı kazandırıldığından, grup toplanmak istediği zaman bir araya gelerek fotoğraflar üzerinden duygularını rahat bir şekilde konuşabilmektedirler.
Fotoğraf Sanatçısı Henri Cartier Bresson dediği gibi "Fotoğraf çekmek gözün, beynin, kalbin aynı anda bir arada bulunmasıdır, yaşamın bir yoludur." Fotoğraf ile gerçekleşen terapi sürecinde, bu yol ile kişinin kendini tanıması, güçlü ve güçsüz yanlarının ortaya çıkması, mutlu olduğu noktaları fotoğraf ile yansıtması veya kanser sürecinde ki problemlerine farklı bir bakış açısı kazandırılması sağlanmaktadır. Katılımcılar ile beraber bu yola çıkıp, onlara bu yolda destek ve motivasyon sağlanmaktadır.
Kaynak: Psikolog Barış Kemal Kirik

19 Aralık 2017 Salı


IRKIM İNSAN
DİNİM SEVGİ
BAYRAĞIM DÜNYA
Aydınlanma; kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir. ~ Immanuel Kant


"İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez."
Pisagor
"Ölüm, uzun bir ömrün ortasındadır."
Eski bir Druid deyişi
"Biz sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi onları yaşamadan çok önce tercih ederiz."
Halil Cibran
I don't See any Borders